Var olan Tanrı
Var olan Tanrı’ya mı yoksa insanların var ettiği Tanrı’ya mı inanıyoruz?
Bir insan koskoca evreni yaratan Tanrı’yı tanıyabilir mi? Bizim var olmamıza sebep olan, bizim aklımızla hayal edemeyeceğimiz kadar yüce olan Tanrı’yı nasıl tanıyabiliriz? Dünyanın en zeki adamı olsa bile Tanrı kendisini ona göstermediği sürece O’nu tanımak mümkün olmayacaktır. Bu yüzden Tanrı’yı tanıyıp tanımamak her şeyden önce O’nun kendisini bize tanıtmasına bağlıdır. O birine kendisini birazcık gösterir, o insan gösterdiği kadar anlarsa dünyanın en akıllı adamı o olacaktır. Çoğumuz gösterdiklerinin 10da birini, ya da 100de birini bile anlarsa yine akılı durumda olabiliriz.
Bilmemiz gereken Tanrı’nın gösterdiğinden fazla anlamamız mümkün olmamasıdır. Çünkü o bizden çok üstün bir varlıktır. Ama ne yazık ki tarih boyunca birçok insan veya kurum gösterdiğinden çok farklı ya da hiç alakası olmayan bambaşka bir varlığı hayal edip ‘bizim ilahımız budur ’ diye aralarında anlaşarak kendi ilahlarını var edip inanmaya başladılar. Bunun sonucu olarak binlerce on binlerce sayısız dinler ortaya çıktı. Tanrı’nın gösterdiği şekilde anlamak ve inanmak çok önemlidir. Bizim bedensel arzularımıza göre hayal etmek veya gösterilenin ötesinde bir kişinin veya kurumun çıkarı için kurallar veya düzenlerin koyulması toplumu gerçeklikten uzaklaştıran çok tehlikeli faaliyetlerdir. Bunun sonucu olarak var olan Tanrı ile inandığımız ilah arasında dağlar kadar büyük farklar ortaya çıktı.
O zaman çok kritik bir soru sormak istiyorum. Sizin inandığınız Tanrı gerçekten var olan Tanrı mı yoksa yukarıda bahsettiğim gibi insanların var ettiği bir Tanrı mı? Eğer gerçekten var olan Tanrı olduğuna eminseniz bunu kanıtlayabilecek delil var mı? Sayısız bilgilerin tufanında yaşayan bizler için bu kadar çok bilgilerden hangisinin doğru veya yanlış, hangisinin üzerinde hayatımızı bina etmemiz gerektiğini bilmek kesinlikle kolay bir şey değildir. Bu yüzden bu yazıyı okumadan önce “Tanrı’nın izleri” bölümünü okumanızı tavsiye ediyorum.
Bizim O’nu tanımamızdan önce O bize kendisini tanıyalım diye evrende ve Kutsal Kitap’ta kendi izlerini bıraktı. Kutsal Kitap bizim yeni hayat yolculuğumuz için en önemli kılavuz kitabıdır. Eğer bu konu ile ilgili şüpheniz varsa “Yanlış bilinenler 1” bölümünü okumanızı tavsiye ediyorum. Kutsal Kitap’a güvenmek sağ duyumuzu tamamen kenara bırakıp her şeye ‘Amin’ deyip ilerlemek anlamına gelmiyor. Rab Tanrı’nın bize verdiği vicdan, duygu, akıl, mantık birde sağduyuyu kullanarak geçmişte Tanrı’nın söylediklerinin evrende, tarihte veya toplumunda olan doğrulayıcı kanıtları bularak ilerlemek demektir. Böylece çok sağlam bir temel üzerinde hem hayatımızı bina edebiliriz hem de var olan Tanrı’yı daha iyi tanıyabileceğiz.
Aksi olarak benim düşündüğüm gibi veya benim inandığım gibi Tanrı böyle olmalı derse çok büyük yanılgıya düşecektir. İsa Mesih bir gün Kudüs’e doğru yaklaşırken ağlayarak şunu söyledi. “Keşke bugün sen de esenliğe giden yolu bilseydin” dedi. “Ama şimdilik bu senin gözlerinden gizlendi. Senin için öyle günler gelecek ki, düşmanların seni setlerle çevirecek, kuşatıp her yandan sıkıştıracaklar. Seni de, bağrındaki çocukları da yere çalacaklar. Sende taş üstünde taş bırakmayacaklar. Çünkü Tanrı’nın senin yardımına geldiği zamanı farketmedin.”(İncil Luka 19:41-44)
İsa Mesih’in döneminde yaşayan dinadamları ve Yahudiler 1000’lerce yıl boyunca o kadar çok peygamberler aracığıyla Mesih hakkında peygamberlik etmesine rağmen yanına gelen Mesih’i tanıyamadılar. Mesih gelip o kadar büyük mucizeler yapmasına rağmen ve o kadar çok peygamberlerin aracılığı ile gelecek olan Mesih ile ilgili sözlere rağmen Mesih’i inkâr ettiler. Çünkü onlar yalnız kendi ulusu için Roma’nın eziyetinden kurtaracak dünyasal güçlü bir kral bekliyorlardı. Ama Tanrı yalnız Yahudiler için değil tüm insan soyunun üzerinde egemen olan şeytanın zincirlerinden kurtaracak Mesih’i gönderdi.
O dönemin Yahudileri O’nu reddedip çarmıha gerdiler. ‘Tanrı’nın gönderdiği Mesih isen önce sen kendini kurtar bakalım’ dediler. Bu olaydan yaklaşık kırk yıl sonra İsa Mesih’in dediği gibi Roma İmparatoru Titus gelip Kudüs’te olan sur ve tapınak fark etmeksizin taş üstüne taş bırakmadan hepsini yıktı ve Yahudileri tüm dünyaya dağıttı. Çünkü yanına gelen Mesih’i tanıyamadıkları için. Sonra 1900 yıl boyunca bir daha toplanamadılar. Var olan Tanrı’yı doğru anlamak ve gösterdiği gibi tanımak çok önemli. Yoksa bütün uğraşımız boşa gidecek.
Hayatımızın sonunda dünyada yaptığımız bunca uğraştan sonra Yaratan’dan büyük ödülünü veya teşvik sözünü yada tüm acıları sonlandıracak kucaklamasını beklerken ‘ben seni tanımıyorum’ derse ne olacak? İnsanların var ettiği dinin ardından değil var olan gerçek Tanrı’nın ardından yürümeliyiz. Geri dönüşü olmayan bir zamanda tümüyle yıkılmak yerine şimdiden yanlış bir temel üzerinde yapılmış ne varsa hepsini yıkmamız gerekiyor. Sanki deprem gelmeden önce oturduğu binanın temelinin sağlam olup olmadığını tespit eden ev sahipleri gibi. Eğer binanın çürük olduğuna dair bir rapor çıkarsa ne pahasına olursa olsun alelacele binayı yıkıp sağlam bir temel üzerinde inşa etmelidir. Bu ciddi bir hayat meselledir. Hayat o kadar çok değerlidir ki meleklerin bile bizi imrendiğini söylemekte. Ama bu hayat tektir. Gerçek Var olan Rab bize yol gösterecektir. O’nu tüm yürekle arayalım.
“RAB’bi tanıyalım. Rab’bi tanımaya gayret edelim. O tan gibi şaşmadan doğacak. Yağmur gibi, toprağı sulayan Son yağmur gibi bize gelecektir.” (Eski antlaşma Hoşea 6:3)