Evrende Olan Tanrı’nın İzleri
bilim. Bilim bizim hayatımızın neresindedir? dinin ötesinde
Bilim ve Tanrı’nın İzleri
Birçok insan bilim ve imanın birlikte yan yana durmasının zor olacağını düşünmektedir. Deney ve gözlemin kaynak olduğu bilimsel düşünceyle inanç nasıl bağdaşır? Bilim süzgecinden geçerek Yaratıcı’nın varlığının kanıtlanması ile ilgili Stephen Hawking “gelmiş geçmiş en büyük bilimsel keşif” olabileceğini söyledi. O zaman “bilim, Yaratılış Teorisi’ni kanıtlar mı?” diye bir soru aklımıza geliyor.
Ama O’nun söylediklerini kayda geçirdiğini iddia eden Kutsal Kitap’ın içinde bulunan birçok olayın doğru olup olmadığını kanıtlamak bilimsel açıdan mümkündür.
Eğer inandığımız Tanrı bizim aklımızın var ettiği Tanrı değil de, gerçekten var olan Tanrı ise bunun kanıtı olarak mutlaka evrende, moleküller dünyada, biyolojik dünyada ve yer altında da mutlaka O’nun izleri olması gerekiyor. Eğer bunlarda delil ya da kanıt bulamıyorsak var olan Tanrı değil bizim kafamızla yarattığımız Tanrı’ya iman etmiş oluruz.
Kutsal Kitap güneşin dünyanın etrafında döndüğünü destekler mi?
Avrupa kıtasında dini otoritenin en zirve yaptığı karanlık orta çağın son döneminde İtalya’nın Pisa şehrinde doğan Galileo kimsenin cesaret edemediği yeni bir iddia ortaya koydu. Kendisinin geliştirdiği teleskopu kullanıp Jüpiter’in etrafında dönen uyduları keşfettikten sonra dünyanın, güneşin etrafında döndüğünü iddia ederek bilim dünyasında yeni bir kıvılcım başlattı. Buna karşı gelen dini kurumlar, sanki Kutsal Kitap böyle düşünenleri hiç desteklemiyormuş gibi bu fikri ortadan kaldırmaya çalıştı. Ama Kutsal Kitap güneşin dünyanın etrafına döndüğünü kesin olarak iddia etmiyor. Davut’un yazdığı Zebur kitabında şiirsel benzetme ile Tanrı’nın yarattığı güneş hakkında anlattı. “Gerdekten çıkan güveye benzer güneş, Koşuya çıkacak atlet gibi sevinir. Göğün bir ucundan çıkar, öbür ucuna döner, hiçbir şey gizlenmez sıcaklığından.” (Mezmurlar 19: 5-6)
21. yüzyılda yaşayan bilim adamı olsa bile bu cümleyi hiç itiraz etmeden kabul edebilir. Çünkü bu bir şiirdir. Ama bu ayeti güneşin dünyanın etrafına döndüğünü gösteren bir delil olarak iddia ederse büyük yanlışlıkların oluğunu anlayabiliriz. Oysa Kutsal Kitap dünyayı yaratmadan önce ışığın kaynağının yaratıldığını söyler. “Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.“
Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.” (Tevrat Yaratılış1:2,3) Canlı türlerinin oluşumundan önce günler, mevsimler, ve yılların oluşması için güneş sisteminin tamamladığını söylemektedir. “Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” (Tevrat Yaratılış 1:14,15) Bu ayet şimdiki zamandan 3500 yıl önce yazıldı. O dönemde Sümer, Mısır, Hint dininde çeşitli tanrıların çeşitli tanrıçalar ile evlenmesinin mevsim ve yıların oluşturduğunu söylemektedir. Ama Kutsal Kitap Güneş, dünya ve ayın var olmasıyla günlerin, mevsimlerin ve yılların oluştuğunu açıklamaktadır.
Dünya’yı kim kaldırmaktadır?
İnsan soyu çok eskiden evrenin ve dünyanın nasıl oluştuğunu çok merak etti. Özellikle evrenin ortasında bu dünyanın nasıl sabit durduğu konusunda her millet için farklı iddialar vardı. Çoğu eski insanlar dünyanın uçlarında uçurumun oluğunu, dolaysıyla uzağa doğru yolculuk yapmanın çok tehlikeli olduğunu düşünürlerdi. Hindistan ise kocaman bir kaplumbağanın üzerinde duran dört tane filin dünyayı tuttuğuna inanıyormuş. Bu yüzden bir tane fil dengeyi kaybederse depremlerin meydana geldiğini düşünürmüş.
Felsefenin geliştiği Helenizm dönemindeki insanlar ise tanrılar tarafından cezalandırılan Atlas’ın kendi omzuyla dünyayı tutmakta olduğu düşünülmüş. Japonlar ise kocaman balığın dünyayı tuttuğunu düşünüyormuş. Ne kadar ilkel değil mi? Ama Kutsal Kitap M. Ö. 2000 yılında dünyanın boşluğunun üzerinde asıllı durduğunu söylüyor. “O boşluğun üzerine kuzey göklerini yayar, Hiçliğin üzerine dünyayı asar.” (Eski Antlaşma Eyüp 26:7) İnsan soyu dünyanın boşluğun üzerinde durduğunu M.S.1666 yılında yer çekim kuralını keşif eden Newton tarafından ancak kanıtlanabildi. Öyle ise nasıl M.Ö. 1500 yılında Hz. Eyüp bunu açıklayabildi? Çünkü bu evreni yaratan Tanrı Hz. Eyüp’e evrenin sırrını açıklamıştı.
Dünya’nın konumu ve ağırlığıyla ilgili gizemi
Bunun dışında Kutsal Kitap’ta Tanrı, evrenin birçok sırrını büyük ihtimalle Hz. İbrahim’le aynı dönemde yaşamış Hz. Eyüp’e açıkladı. “Ben dünyanın temelini atarken sen neredeydin? Anlıyorsan söyle. Kim saptadı onun ölçülerini? Kuşkusuz biliyorsun! Kim çekti ipi üzerine?” (Eski antlaşma Eyüp 38:4,5) Çağdaş bilim Güneş sistemin içinde olan şimdiki dünyanın konumu ve ağırlığı ile ilgili olmazsa olmaz bir tam ölçü olduğunu söylüyor. Acaba Hz. Eyüp, Tanrı’nın kendisine anlatmak istediği derin ve muazzam planı detaylı olarak açıklasaydı anlayabilir miydi? Hz. Eyüp zamanından 3900 yıl sonra insan soyu dünyanın ağırlığını 6×10 üzeri 24 kg olduğunu ve güneç ile mesafesinin yaklaşık 150 milyon km olduğunu net bir şekilde hesaplayabildi. Eğer güneşle olan mesafe şimdikinden daha kısa olsaydı ne olurdu? Dünyada olan bütün sular sıcaktan buharlaşırdı tıpkı Venüs gibi olup hiçbir canlı kalmazdı. Eğer mesafesi uzun olsaydı ne olacaktı? Her yer buzlarla kaplı olduğu için yine hiçbir canlı kalmazdı. Dünyanın şimdiki mesafesinin, canlıların yaşayabilecek konumunun tam yerinde olduğunu bilim adamları söylüyor.
Eğer dünyanın ağrılığı daha ağır olsaydı ne olurdu? Yer çekim gücü daha yükselirdi ve dünya atmosferinin dışından olan amonyak, metan ve hidrojen gazı gibi zararlı gazları toplamaya başlardı. Jüpiter’e benzer olup hiç yaşam olmazdı. Eğer daha hafif olsaydı yerçekiminin gücü azalır ve diğer gazlardan daha hafif olan oksijeni tutamaz olurdu. Yine bu toprakta yaşam olmazdı. Bütün bunlar tesadüf mü? Bunun dışında da dünyanın konumu ile ilgili söyleyecek birçok şey var. Eğer ay olmasaydı ne olurdu? Geceleri aydınlatacak ışık olmadığı için kapkaranlık olacaktı. Dört mevsim olmazdı. Dünyanın 23.5 derece eğik bir şekilde sabit kalıp dönmesini ay sağlıyor. Aksi takdirde ay olmasaydı dünya mars gibi 0 ile 85 derece olarak sürekli eğikliği değişecekti. Bu da fırtınalarla felaket içinde yaşayacağımız anlamına geliyor. Eğer Jüpiter olmasaydı ne olacaktı? İnsan soyu dünyaya düşen meteor yağmurları yüzünden dünyada tek canlı bile kalmazdı.
Tesadüf mü yoksa Tasarı mı?
Bütün bunları düşündüğümüzde bu dünyanın kesinlikle tesadüf değil bunun temelini atan, tasarlayan birinin var olduğunu ciddi bir şekilde düşünmemiz gerekiyor. Eğer bugün biz bu dünyada ne olursa olsun nefes alıp verebiliyorsak evrenin hiçbir yerinde olmayan bir mucizeyi yaşamış bulunuyoruz demektir. Her şeyi en ince noktasına kadar hesaplayıp bu dünyayı yarattı Tanrı. Neden? Kutsal Kitap bunu net bir şekilde açıklıyor: Bizim yaşamamız için.
“Çünkü gökleri yaratan RAB, Dünyayı yaratıp biçimlendiren, pekiştiren, Üzerinde yaşanmasın diye değil, yaşansın diye Biçimlendiren RAB –Tanrı O’dur–“(Eski Ahit Yeşaya 45:18)