Acılar dolu dünya için Tanrı’nın kurtuluş planı
Kurtuluş planı nedir? Neden kurtuluş planına ihtiyacımız var? Kurtuluş planı nasıl gerçekleşti?
Kurtuluş planı
Birçok fantastik filmin genel olarak öyküleri şöyle oluyor. Çaresiz bir dünya veya her hangi bir toplum uçurumun kenarında ve çok kritik bir sürecin içindeyken bir kahraman ortaya çıkar. İmkânsız görünen bir süreci geçirir ve eninde sonunda düşmanı yok ederek büyük bir zafer kazanır. Bu tip hikâyeler yalnız fantastik filmlerde değil dünya tarihinin önemli kahramanlarının hayatında görebiliriz. Onlar da buna benzer bir şekilde kendi toplumunu kurtardı.
Öyle ise ‘bu acılarla dolu dünyanın çözümü için Tanrı ne yaptı veya ne yapmalı?’ konusuna girmeden önce bir film yönetmeni gibi çeşitli senaryoları düşünelim. Tüm dünyaya yayılmış tüm insanların üzerine egemenlik kuran karanlığın gücünü yok etmek için eğer Tanrı’nın yerinde olsaydınız ne yapardınız? Bir düşünelim. Belki çeşitli milletlerden en akılı insanları cennet ya da özel bir yere toplayıp özel eğitimden geçirerek özel yetkilerle donatıp aldığı yere tekrar geri gönderip bu dünyaya kurtuluş sağlamak. Belki de Tanrı bir milleti özel olarak yetiştirip sonra o milleti tüm dünyaya göndererek karanlığın gücünü ortadan kaldırmak. Veya hiç böyle çağırmak eğitmek gibi zor sürece gerek kalmadan direk dört dörtlük bir şekilde hazır olan mükemmel melekleri tüm dünyaya göndererek işi bitirmek. Hangisini istersiniz?
Keşke Tanrı’nın kurtuluş planı bu kadar basit olsaydı. İşin zor tarafı ise asıl düşman olan Şeytan iğrenç bir canavar şeklinde değil de parlayan bir melek gibi çok çekici ve akıllı biri olarak görünmektedir. Böylece milyarlarca insanı şehvet, güç ve para vaat ederek onların yüreklerine kötü arzuları aşındırarak yüreğini, düşüncesini hatta iradesini bile fetih etmiş durumdadır. İşi zorlaştıran Şeytan’ın güçlü olması değil, Şeytan ne ki! Rabbin karşısında bir an bile duramayan bir varlıktır. Asıl zor kısmı Tanrı’nın suretiyle yaratılmış insan Tanrı’nın verdiği özgür iradesini yanlış kullanarak kendisini Yaratan’a değil, Tanrı’ya isyan eden Şeytan’ın tarafını tutmasıdır. Şeytan mahvolurken yalnız Şeytan değil ona kanıp yüreğini vermiş olan her insan da beraber mahvolacaktır.
Bazıları şöyle düşünebilir. ‘Ya baştan onlara böyle özgür irade vermeyecekti. Ya da herhangi açık bir kapı bırakmadan kendi otoritesinin altında zorla tutacaktı.’ ‘Hiç değilse en azından fazla olay büyümeden inanların yüreğini geri alsaydı. İşi daha kolay olurdu. Belki… ‘ Ama Rab’bin düşüncesi bizimle çok farklıdır.
“Çünkü benim düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, sizin yollarınız benim yollarım değil” diyor RAB. “Çünkü gökler nasıl yeryüzünden yüksekse, yollarım da sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir.” (Eski antlaşma Yeşaya 55 8, 9)
Tanrı insanlara o kadar değer verdi ki, insanı kendi sureti gibi yani Tanrı’nın karakterini taşıyan bir varlık olarak yarattı. Tanrı’nın isteğinden hiç ayrılamaz köle olarak değil insanların kendi istediği her şeyi yapabilen özgür iradeye sahip çocuklar olarak yarattı. Bu yüzden kralın çocukları gibi istediği zaman kendi babasının yanında durabilir veya istediği zaman dışarıya çıkabilir. Baba Tanrı, insan soyundan yürekten kaynaklanan saygı ve sevgi bekledi. Ama ne yazık ki insan soyu Baba Tanrı’dan ayrılmayı seçti. Hem de Baba Tanrı’nın düşmanının tarafını tutup karanlığın verdiği bedensel arzu, gözün tutkusu, dünyanın verdiği gurur içinde kalmaya devam etmekte. Rab Tanrı kendi oğullarını geri çağırmak için defalarca kendi elçilerini gönderdiği halde dinlemedi. Sonunda Kendisi o düşmanın evine gitmesinden başka çaresi kalmadı. Ve kendi bedenini çocuklarının kurtuluşu için kefaret parası olarak ödedi. Çocuklar da kendi Baba’sının fedakârlık sevgisini anlayıp kendi isteği ile Baba’nın evine dönsün diye.
Birçok insan soru soruyor. ‘Neden Tanrı cennet bahçesinde iyi ve kötüyü bilme ağcı koydu?’ Keşke koymasaydı! Bu kadar kötü sonuç çıkmayacaktı. O bizim Göksel Babamızdır. Bizi köle ya da robot olarak yaratmadı. Kendi suretiyle yarattı. Biz O’nun karakterini taşıyoruz. Bazıları ise ‘nasıl Tanrı insan olup dünyaya gelebilir?’ diye düşünür. Eğer siz çocuğunuzun yabancı bir ülkede köle olarak yaşadığını bilseniz o ülkeye gitmez misiniz? Onu özgür kılmak için ne yapıp yapıp kefaret parasını ödeyip onu geri getirmeyecek misiniz?
Asıl zor olan soru çok kolayca cevaplanabiliyor. Her şeyden önce Tanrı’nın bize nasıl baktığını anladığımızda sorunlar çözülüyor. Bir de bizim Tanrı’nın önünde kim olduğunu anladığımızda. O bizim Göklerdeki Babamızdır. Biz O’nun çocuklarıyız.
Alttaki ayette yazılı olan biricik oğul demek insan bedeninde bulunan Mesih demektir. Oğul ise mecaz anlamdadır. O Tanrı’nın sözüdür. İnsan bedeninden bulunan Tanrı’nın kendisidir. Mesih’in kimliğiyle ilgili sorunuz varsa “Üçlü Tek Tanrı –Oğul” adlı yazıyı okuyabilirsiniz.
“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (İncil Yuhanna 3:16)
Sevgili kardeşlerim, birbirimizi sevelim. Çünkü sevgi Tanrı’dandır. Seven herkes Tanrı’dan doğmuştur ve Tanrı’yı tanır. Sevmeyen kişi Tanrı’yı tanımaz. Çünkü Tanrı sevgidir. Tanrı biricik Oğlu aracılığıyla yaşayalım diye O’nu dünyaya gönderdi, böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrı’yı biz sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Oğlu’nu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur. Sevgili kardeşlerim, Tanrı bizi bu kadar çok sevdiğine göre biz de birbirimizi sevmeye borçluyuz. Hiç kimse hiçbir zaman Tanrı’yı görmüş değildir. Ama birbirimizi seversek, Tanrı içimizde yaşar ve sevgisi içimizde yetkinleşmiş olur. (İncil 1.Yuhanna 4: 7-12)